MANŞET
Danıştay Ayasofya’yı müzeye dönüştüren Bakanlar Kurulu kararını iptal etti…
Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etti.
Danıştayın gerekçesinde, Ayasofya’nın Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı mülkiyetinde olduğu, cami olarak toplumun hizmetine sunulduğu belirtildi. Ayrıca gerekçede, Ayasofya’nın tapu belgesinde cami vasfı ile tescilli olduğu, bunun değiştirilemeyeceği kaydedildi.
Ayasofya’nın tapu belgesinde cami vasfı ile tescilli olduğu, bunun değiştirilemeyeceği belirtilen gerekçede, “Vakıf senedindeki cami vasfı dışında kullanımının ve başka bir amaca özgülenmesinin hukuken mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır. Kadimden beri korunan Vakfa ait taşınmaz ve hakların, istifadesine bırakıldığı toplum tarafından kullanılmasına engel olunamaz” denildi.
AYASOFYA’NIN TARİHİ
Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’a yaptığı en büyük kilise olan Ayasofya, aynı yerde üç kez inşa edildi.
Yunanların hakim olduğu (MÖ 660-MS 73) Byzantium şehrinde, bugünkü Ayasofya’nun bulunduğu yere yapılan dini yapı, Roma İmparatoru Septimius Severus tarafından tahrip edildi.
Roma İmparatorluğu hakimiyetindeki şehirde, I. Konstantin’in oğlu II. Konstantin tarafından 360 yılında aynı yere inşa edilen yapı, Hagia Sophia (Kutsal Bilgelik) olarak isimlendirildi. Birinci Ayasofya, Doğu Roma İmparatoru Arkadios’un eşi Evdokia’nın Ayasofya önüne gümüş kaplamalı bir heykelinin dikilmesi üzerine çıkan ayaklanmada, yapılışından 44 yıl sonra büyük ölçüde yıkıldı.
Arkadios’un ardından başa geçen İmparator II. Theodosios tarafından mimar Ruffinos’a yeniden yaptırılan Ayasofya, 415’te ibadete açıldı. 2. Ayasofya, 532’ye kadar şehrin en büyük kilisesi olarak varlığını devam ettirdi.
2. Ayasofya, I. Justinianus döneminde çıkan “Nika İsyanı” sırasında açılışından 117 yıl sonra 532’de yakılıp yıkıldı.
Ayasofya 5 yılda yeniden inşa edildi
Nika İsyanından 39 gün sonra I. Justinianus tarafından Ayasofya’nın inşasına yeniden başlandı.
Bugüne kadar gelen Ayasofya’nın 532 yılında başlayan inşası, 537 yılında tamamlandı.
Ayasofya’nın yapımını, dönemin ünlü bilim insanları fizikçi Miletli İsidoros ve Trallesli matematikçi Anthemius yönetti. İki baş mimar ile birlikte çalışan 100 mimar ve her mimarın emrinde 100 işçi, binanın yapımını 5 yıl 10 ay gibi kısa bir sürede tamamladı.
3. Ayasofya’nın yapımında ahşap malzeme yerine güçlü, çevre şartlarına ve ateşe dayanıklı olduğu için tuğla kullanıldı.
Yapımı için farklı memleketlerden taşlar ve mermerler gönderildi
I. Justinianus, idaresindeki vali ve krallardan, bu büyük kilisenin yapılması için kendi memleketlerinde bulunan harabelerden en güzel malzemeleri göndermelerini istedi.
İmparatorluğun her yerinden tapınak, hamam ve saraylardan sütun, korkuluk, çerçeve ve pencere parmaklıkları sökülüp İstanbul’a getirildi. Bu malzemeler başta Kizikos’un (Aydıncık-Kapudağı Yarımadası) doğu sahillerindeki Belkıs harabeleri, Aspendos, Efesos’ta (Ayasuluk-Selçuk) Artemis Mabedi, Suriye’nin Ba’albek bölgesi olmak üzere Anadolu ve Suriye’nin diğer antik şehir kalıntıları ve eski abidelerden temin edildi.
Binanın zemin duvarlarını kaplayan beyaz mermerlerin Marmara Adası’ndan, yeşil somakilerin Eğriboz Adası’ndan, pembe mermerlerin Afyonkarahisar civarındaki Synada’dan, sarı mermerlerin Kuzey Afrika’dan, orta ve yan nefleri birbirinden ayıran dördü sağda, dördü solda bulunan yeşil siyah damarlı mermer sütunların Efes Diyana Mabedi’nden, yarım kubbe altında 8 büyük kırmızı porfir sütunun ise Mızır Heliopolis’ten getirildiği düşünülüyor.
Fil ayakları büyük kalker taşından yapılan, duvarları tuğla olan Ayasofya’nın inşasında İran tarzı takip edildi.
Ayasofya’nın havada gibi duran geniş kubbesinin yapımında çok hafif olduğu için Rodos toprağı tercih edildi. Bu topraktan kalıba dökülmüş tuğlalar, Rodos valisi tarafından hazırlatılıp kısa sürede gönderildi.
Ayasofya’nın kubbesi kadar iç süslemeleri de göz kamaştırıcıydı.
Ayasofya’nın açılış töreni, İmparator I. Justinianus’un katılımıyla 27 Aralık 537’de bir Noel günü yapıldı.
Kubbesi 20 yıl sonra yaşanan depremden zarar gören Ayasofya’nın doğu tarafı da 558 yılında çöktü. Miletoslu İsidoros tarafından onarılan kubbeye dışarıdan payandalarla desteklenen alçak bir kasnak eklendi, kubbe kırk pencereyle hafifletildi ve yüksekliği artırıldı.
4. Haçlı Seferi sırasında, İstanbul’un ele geçirilmesiyle Ayasofya da yağmalandı. Bu dönemde Ayasofya, Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı bir katedrale dönüştürüldü. 16 Mayıs 1204 ‘de Latin İmparatoru I. Baudouin imparatorluk tacını Ayasofya’da giydi.
Ayasofya 1261’de tekrar Bizanslıların kontrolüne geçtiğinde harap, virane ve yıkılmaya yüz tutmuş bir durumdaydı.
İmparator II. Andronikos, 1317’de finansmanını ölen eşi İrini’nin mirasından karşılayarak binanın kuzey ve doğu kısımlarına 4 adet istinat duvarı ekletti.
Ayasofya, inşa edildikten sonra ilk yapıldığı haliyle bugüne kadar gelemedi, pek çok doğal afet, bakımsızlık, istila ve savaşlar sebebiyle tahribata uğradı, yeniden yapıldı.
Fethin sembolü oldu
Osmanlı İmparatorluğu’nun 7. padişahı II. Mehmet’in 29 Mayıs 1453’te İstanbul’u fethiyle 916 yıl kilise olarak hizmet veren Ayasofya, camiye dönüştürüldü.
Fetihle birlikte “Fatih” unvanını alan Fatih Sultan Mehmet, fetihten sonraki ilk cuma olan 1 Haziran 1453’te cuma namazını Ayasofya’da kıldı.
Bizans’ın Ayasofya’ya verdiği değer, Osmanlı döneminde de devam etti. Osmanlı döneminde padişahlar Ayasofya’ya çok değer verdi, “Fethin Sembolü” olan Ayasofya’nın korunup yaşatılması için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadı.
Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’yı camiye çevirdikten sonra en önemli gelir kaynaklarını aktardığı Ayasofya Camisi Vakfı’nı kurdu.
Ayasofya’ya bir minber ve mihrap yaptıran Fatih Sultan Mehmet, ayrıca medrese, kütüphane ekletti. Ayasofya’nın ilk minaresi de Fatih Sultan Mehmet döneminde yapıldı. Hızla inşa edilebilmesi amacıyla bu minare tuğladan inşa edildi.
II. Beyazıt (1481-1512) camiye beyaz mermerden bir mihrap ve kuzeydoğu köşesine bir minare ekletti.
Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) fethettiği Macaristan’daki getirdiği iki kandili Ayasofya’ya hediye etti.
Ayasofya, II. Selim döneminde (1566-1574) yorgunluk ya da dayanıksızlık belirtileri gösterdiği için dünyanın ilk deprem mühendislerinden biri sayılan Osmanlı başmimarı Mimar Sinan tarafından eklenen dış istinat yapılarıyla takviye edilerek, son derece sağlamlaştırıldı.
Bu istinat yapılarıyla birlikte Sinan ayrıca kubbeyi taşıyan payeler ile yan duvarlar arasındaki boşlukları kemerler ile besleyerek kubbeyi iyice sağlamlaştırdı.